10 Aralık 2016 Cumartesi

                                           uzak

        Bu durumlar için ne denir, bilemiyorum. Sanırım hiç bilemeyeceğim de. Kendimle başbaşa kaldığımı hissediyorum. Kendi içimde binlerce parçaya bölündüğümü hissediyorum. Yeni bir tecrübeden daha çok, gereklilik arz eden bir şey sadece. Bilmiyorum.
       Geçmiş, anılar, özlem. Bunlar çok kıymetli şeyler. Bazen kendine getiriyor seni, bazen de iyileştiriyorlar. Ne garip, sanki yarayı onlar açmamışlar gibi.
        Kimseye merhem olamadığını fark ettiğin o dakika; çok boş, çok değersiz geliyor insan kendine. Biliyorum, ama dur da düşün. Sen kendine bile merhem olamamışken, başkasının yarasını kapatmak sıra dışı hayat hikâyende nereye koyacak seni? Kim olmak istiyorsun?
        Güzel başlayıp sonunu getiremediğin tüm bu cümlelerle sen olduğu hissediyorsun. Kafanda kurgulayıp oyuna dökemediğin birkaç sahne ve sonra, sonrası yok. Sonramız yok. Yaşadığımız o küçücük anın içinde dolanıp durmaktan başka bir sonra yok. Bir adım daha atacak mısın?
        Yüzüne teker teker kapanan tüm kapıların hangi ağaçtan yapıldığını öğrendikten sonra, hayatın boyunca kendi dört duvarının ötesine gidemeyeceğini görüyorsun. Acı, hüzün verici değil aslında. Öğreniyorsun. Bir anlığına kendini hiçbir zaman var olmayacak o hatıralarda hissediyorsun. Belki kıyısında denizin, belki de bir dağın yamacında. Sen neredesin?
       ''Gülüne baktıkça çırpınan yüreğinden başka neyin var elinde?'' diye sorsam, ağlayacak gibisin. Ellerin bomboş. Çatlamış üstelik. O mesafe öldürmez deseler aşabilir misin bu engelleri? Kaç kar tanesine dokunabildin ki şu zamana kadar?
        Uzun süredir güzel bir şarkı dinlemiyor olmanın yük geldiği bu mevsimde neden diretiyorsun acıda? Niçin kabullenmiyorsun hiçliğini? Vazgeçsen, olmaz. Çünkü aynadaki de sen değilsin. Biliyorsun tüm bu arayış boşa. Zira çaba, hüznün meyvesi olmaktan başka bir işe yaramıyor. Çabalamaya devam edecek misin?
        Yalnız olduğunu hissettiğinde tek yapabildiğin kendini uyutmaktan başka bir şey olmadı hiç. Ayağına doladığın bu koca zinciri de fark etmek işine gelmedi. Bu gerçekle yaşayabilecek misin?
        Eskimiş bir mutsuzluğun önsözü olan dolunaylarda gözünün yaşını silerken kimse görmedi seni. Küçüksün, bildiğin her anlamda. Büyümeye korkuyorsun. Biliyorsun, geriye dönemeyeceksin. Büyümekten korkuyorsun. Biliyorsun, kendini kaybedeceksin. Yüzüme bu türlü bakman mânâsız. Çünkü sorun şu anda değil. Sorun küskün oluşunda. Büyüyecek misin?
        Karışıyor yavaş yavaş sular ateşe ve durup izlemekten başka yapacak bir işin yok. Her şey geçiyor. Gemiler, insanlar, zor günler. Bir şey var, konuşamıyorsun. Korkuyor musun?
        Neyin sonunu gördün ki bu kadar dipte hissediyorsun, diyemiyor insan kendine. İçinde tutamadığın bir derdin ve dilin varmıyor, basitliğine üzülüyorsun. Değilsin, karmakarışık olmuşsun. İçindeki sular göklere dökülüyor. Şimdi elini uzatacağın bir bulut yok. Her şey gitti, her şey bitti. Tek başınasın. Karşında yalnızca sen varsın. Şimdi konuşabilirsin. Hepsi gitti.
        Zamanın yok, gidecek başka bir yolun da yok artık. Sanırım artık sona geliyoruz. Tüm bu zorlukların ardında, artık sadece kendini duyabildiğin bir yer burası. Gittikçe kararıyor her yer. Sesin duvarlardan yankılanıyor ve artık buraya çok uzak. Burası ayrıldığımız yer. Artık hepimiz tekiz.
        Çocuk büyüdü, rüya bitti.